Ozgur Universite - Çarşamba, 04 Haziran 2014
"Gezi kalkışması, Türkiye toplumunda geçerli üretim/tüketim/yaşam tarzını reddeden; kamucu, eşitlikçi, sınırsız özgürlükçü (kısacası “komünist”) bir değer sisteminin tohum halinde var olduğunu; yeşermeye hazır olduğunu gösterdi."
Fikret Başkaya: Şimdilerde
Türkiye ekonomisiyle ilgili olarak içerde “ orta gelir tuzağına”
takılmaktan, dışarda da “eş-dost kapitalizminden” (crony capitalism) çok
söz ediliyor. Tuzak kendiliğinden kurulan bir şey olmadığına, her zaman
birileri tarafından kurulduğuna göre, siz bu söylem hakkında ne
düşünüyorsunuz. Aslında bu “şeyleri adıyla çağırmamak” için yapılan
ideolojik bir dalavere değil mi?
Korkut Boratav: İki terminolojik saptırma açısından tamamen sana katılıyorum. “Orta
gelir tuzağı”, aslında kaynakları Marksist gelenekte yer alan; ancak,
“kalkınma iktisadı” yazınına Arthur Lewis tarafından sokulan bir savın,
yeni baştan dolaşıma girmesidir: Kapitalist bir ekonomi, emek
rezervlerini tükettiği zaman, sadece sermaye birikim oranı ile
sürüklenebilen “yaygın” büyüme biçimini geride bırakır; teknik ve
teknolojik ilerlemenin sınırlarında dolaşmaya başlar.
Bu
yaklaşımı yeni baştan ve tamamen farklı bir söylemle ortaya atanlar,
sözü geçen durumun Türkiye için geçerli olmadığını da farketmiyorlar:
Tarım sektöründe istihdam ile milli gelir payları arasındaki astronomik
makas; işgücüne katılma oranının “olgun” kapitalist ekonomilerdekine
göre 15 puan geride seyretmesi; genç nüfus için bu durumun daha da geri
olması, ülkemizde âtıl emek rezervlerinin hâlâ çarpıcı boyutlarda
varlığını gösteriyor. Sermaye birikim oranını bir türlü yükseltemeyen;
üstelik tasarrufları aşındığı için giderek artan dış bağımlılığa
sürüklenen; bu yüzden büyüme potansiyeli gerileyen bir durum, “orta
gelir tuzağı” söylemiyle kaçınılmaz gösterilmektedir.
“Eş-dost
kapitalizmi” ise, yine Marksist yazının önermelerinden birinin
yozlaşmış halidir. Kapitalist devlet, esas olarak ekonomiye egemen
olan sınıfın, yani kapitalistlerin denetimindedir; dolayısıyla devlet
aygıtından kaynaklanan tüm kararlar, örneğin iktisat politikaları da
ilke olarak burjuvazi tarafından belirlenir. Kapitalizm olgunlaştıkça,
sermayenin ortak ve genel çıkarları (toplumsal ve siyasal kısıtlar da
dikkate alınarak) belirleyici olur. Kapitalizmin erken aşamalarında,
egemen sınıfların güçlü ve/veya yükselen katmanlarının (toprak
oligarşisi, ticari ve sınai burjuvaziler gibi) ağırlığı vardır. Sistemin
doğuş, ilkel aşamalarında ise, bir anlamda “vahşi Batı” kuralları
geçerlidir; örneğin sürü sahiplerinin silah gücü, toprak sahiplerine söz
geçirebilir. Marksist sosyal bilimciler bu aşamaları ve süreçleri
ülkeler düzleminde ve genel olarak çözümlemişlerdir. Şimdi başta Dünya
Bankası olmak üzere neo-liberaller, çevre kapitalizmlerine özgü kimi
farklılaşmaları, örneğin Doğu Asya veya Sovyet sisteminin yıkılması
sonrasında oluşan (ve bizzat metropol sermayesinin katkı yaptığı)
kapkaççı ve/veya ilkel servet biriktirme, el koyma biçimlerini, yeni
terimler uydurarak betimlemeye çalışıyorlar.
Fikret Başkaya: Bu
günkü durum, 1980’de “24 Ocak Kararlarıyla” benimsenen modelin doğal
bir sonucu değil mi? 12 Eylül askeri darbesiyle asıl rotasına oturtulan,
işte “dışa açılma”, “ihracat öncülüğünde büyüme” denilen aslında kompradorlaşma tercihi yapmak demek değil miydi? Eğer öyleyse bu günkü tablo kompradorlaşma tercihinin doğal sonucu değil mi?
Korkut Boratva: Elbette
Türkiye’de süreç 24 Ocak 1980’de başladı. ABD ve İngiltere’deki
Reagan-Thatcher dönüşümüyle eş-tarihlidir. Bence artık,
kompradorlaşmadan ziyade, sermayenin sınırsız ve kapsamlı tahakkümünü
hedefleyen bir karşı saldırıdan söz etmek daha uygundur. Komprador
burjuvazi, genellikle metropol sermayesinin belli öğelerine
komisyonculuk yapan bir ilişkiyi içerir. Bugün ise, tekil, hiyerarşik
bağıntılar yerine, emperyalizmin tümüne bağımlılık söz konusudur.
Emperyalizmin merkezinin kontrolündeki IMF ve DB kurumların
yönlendirmeleri, Türkiye gibi ülkeler için belirleyici olmuş; bizim
burjuvazilerimiz ise sürece tam destek vermişler; başlangıcına katkı
yapmış; sonuçlarına istisnasız teslim olmuşlardır. Kompradorun kendine
özgü kimliği bu aşamada bu özellik tarihe karışmış; kesin bir teslimiyet
söz konusudur.
READ MORE.....
No comments:
Post a Comment