Society, Politics, and Economy in Modern Turkey: Sociology of Turkey - Maintained by Tugrul Keskin
We are at a point in our work when we can no longer ignore empires and the imperial context in our studies. (p. 5)
― Edward W. Said, Culture and Imperialism

Sunday, January 25, 2015

Olivier Roy, Prof. Nilüfer Göle ve Gilles Kepel ile söyleşi - Ruşen Çakır

“Artık cihada çoluk çocuk, ailece gidiliyor” Olivier Roy ile söyleşi 
23.Oca.2015 rusencakir.com

Siyasal İslam konusunda dünyanın önde gelen isimlerinden olan Olivier Roy bir süredir Floransa’da Avrupa Üniversitesi Enstitüsü’nde çalışıyor. Son kitabı “Kayıp Şark’ın Peşinde” (Çeviren Haldun Bayrı, Metis) yakında Türkiye’de yayınlanacak olan Fransız araştırmacıyla Paris’teki 7 Ocak saldırıları ve 11 Ocak gösterisini konuştuk.

Paris eylemcileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Roy: Videolar çekiyorlar, kendilerini övüyorlar, gazetecilerle röportajlar yapıyorlar ve ölüyorlar. Bütün o delikanlılar öleceklerini biliyorlar. Kurtulmayı denemiyorlar bile. Bu olayda, kimliklerini düşürmüşler; çünkü bence Freud’un “sakar eylem” diye bahsettiği şey söz konusu. Coulibaly ise bir markete girdiğinde, etrafının sarılacağını, bu işten canlı çıkma şansının hiç kalmayacağını biliyor. Biliyor bunu. Dolayısıyla nihilist kahramanlar bunlar. Şimdiki gençliğin bir kısmı nihilistleşiyor ve şiddetten büyüleniyor; evet, model alınıp taklit edilebilirler. 


DEVAMINI OKUMAK ICIN.....

**************************************************************

“Müslümanlık ile Avrupa et ve tırnak gibi” Prof. Nilüfer Göle ile söyleşi 
17.Oca.2015 rusencakir.com

Uzun süredir Paris'te Sosyal Bilimler Yüksek Okulu'nda (EHESS) görev yapan Prof. Nilüfer Göle ile 7 Ocak Charlie Hebdo saldırısı ve 11 Ocan yürüyüşü üzerine konuştuk. Söyleşinin Semih Sakallı tarafından hazırlanan tam dökümünü dikkatlaerinize sunuyoruz:

7 Ocak’taki saldırının ardından sizinle konuştuğumda moral olarak büyük çöküntü içerisindeydiniz ama anladığım kadarıyla 11 Ocak’taki yürüyüş sizi umutlandırmış.

Göle: Evet. Doğrusu beni çok umutlandırdı. Herkesin paylaştığı şöyle bir bilinç oldu: Avrupa’nın 11 Eylül’ü. Ne demek 11 Eylül? Bunun bir öncesi var, bir de sonrası olacak. Tarih yazımı bundan itibaren farklı şekilde seyredecek. Daha da iyi seyretmesi mümkün değil hissiyatı hâkimdi çünkü Fransa’yı kalbinden vurdu. Hem özgürlük değerleri, hem ifade özgürlüğü açısından, Charlie Hebdo gibi bir geleneğin çöküşü anlamında. Bir de Musevi vatandaşlar var. Bugün Fransa’nın, Avrupa’nın, geçmişleri nedeniyle, demokrasi kültürünün iki ayağı var: İfade özgürlüğü ve anti-semitizm’e bir daha düşmemek. Bu saldırıyla birlikte ikisi birden vuruldu. 11 Eylül karşılaştırması bize ilginç kapılar açıyor. 11 Ocak yürüyüşü, 11 Eylül sonrası gibi olmaması için Fransa toplumunun, vatandaşlarının toplu kolektif bir bilincin meydanlarda kendini ifade etmesiydi. 11 Eylül’de Irak Savaşı başladı. Zaten bu kötülüklerin nüvesi. Yanlış kararın sonucu olarak düşünüyorum. Ortadoğu’daki karışıklık, Suriye meselesi zincirleme gitti. Bir hata bir sürü hatayı doğurdu. Birinci soru, “Buna tepkimiz 11 Eylül sonrası gibi mi olacak?” İkincisi, 11 Eylül’den çok farklı bir Avrupa boyutu söz konusu, çünkü teröristlerin tamamı Fransız vatandaşı. Aynı şekilde, İngiltere’deki Londra veya İstanbul veya Madrid saldırılarına da baktığımızda bütün teröristler aslında Avrupa vatandaşı. Burada da kardeşler Avrupa vatandaşı, Fransız doğumlu. Bir defa Müslümanlık ile Avrupa iç içe. Et ile tırnak gibi. Kötülüğün kökeni dışarıda değil içeride. Onun için ne yapacaksınız? Nereye savaş açacaksınız? Müslümanları denize mi dökeceksiniz veya göçmenler ülkelerine mi geri dönecek? İkisi de mümkün değil. O zaman geriye iç savaş ortamı kalıyor. 11 Ocak yürüyüşünde, insanlar bunun farkına vararak sadece değerlerine bir saldırı olarak değil, birlikte ve bir arada yaşama arzusunu ve iradesini koydu. Çok zordu. 7 Ocak günü yapılan tamamen kendiliğinden gelişmiş olan Cumhuriyet Meydanı’ndaki ve Özgürlük Abidesi’nin altındaki gösterilere gittim. Manzara görülmeye değerdi. Hiçbir siyasi parti amblemi yoktu. Ağırlıklı olarak gençler ve emekliler vardı. Daha sessiz, daha sakin, daha ufak bir topluluk vardı. O sırada teröristler halen kaçmaktaydı. Ona rağmen iktidar bu toplanmayı engellemedi. Kalemler çıktı. Yumruklar havada değildi. Bir arada olarak çözüm olabileceği hissi ortaya atıldı. Esas kalabalık olan yürüyüş tam bir vatandaşlığın provası dediğimiz, vatandaşların kendini ifade etme biçimiydi. 


DEVAMINI OKUMAK ICIN..... 

**************************************************************

“Cihatçı hem küreselleşmeden yararlanıyor, hem onun kurbanı oluyor” Gilles Kepel ile söyleşi
22.Oca.2015 rusencakir.com

Çok sayıda kitabı Türkçe’ye de çevrilmiş olan Gilles Kepel İslami hareketler konusunda sadece Fransa’da değil, dünyada da önde gelen bir isimdir. Paris Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Kepel ile 7 Ocak saldırları ve 11 Ocak gösterisini konuştuk. Söyleşimizin Haldun Bayrı tarafından hazırlanan tam halini dikkatinize sunuyoruz: 

7 Ocak’ta, bu işi yapanların hedeflerine ulaştıkları izlenimine kapıldım...
Gilles Kepel: Hayır, ulaşmadılar; aksine, hedefleri Müslümanlar’la Müslüman olmayanlar arasında korkunç bir fay hattı yaratmaktı, başaramadılar. 2004 yılı sonunda “Küresel İslami Direniş çağrısı” adlı kitabını internet üzerinden yayan Ebu Musab Es-Suri’nin düşüncesi bu. Avrupa’yı cihadın ana savaş alanı haline getirme, Avrupa toplumlarıyla bütünleşmemiş Müslümanlar’ı kullanarak onları cihatçılığın kahramanlarına dönüştürme ve Avrupa toplumunda bu kışkırtmalara karşı tepki uyandırma isteği var: Bu saldırılar üzerine Müslümanlar’dan kurtulmak isteyenler olacak, savaş çıkacak ve sonuçta İslam’ın zaferi gelecek ve Avrupa yok olacak diye düşünüyorlar. Oysa, işler umdukları gibi gitmedi, çünkü o muazzam yürüyüş, Fransa’nın en büyük yürüyüşü oldu; bunu çok sayıda insan da esefle karşılasa bile: Fransa’nın bir bölümü yürüyüşe katılmadı. Bugün “Ben Charlie’yim” yürüyüşlerinin yanında, “Charlie olmadığını” söyleyen bir Fransa var ise, ulusal modelle kendini özdeşleştiremeyen banliyölerin Fransası’dır o. Bugünün tartışması bu: Elbette kurbanlara destek amaçlı duygusal bir slogan olan “Ben Charlie’yim” sloganının, etrafında Fransız ulusal sözleşmesinin tekrar inşa edilmesi gereken bir slogan olduğundan emin değilim. Elbette ki önemli olanı, ifade özgürlüğünden yana olunduğunu; öldürülen kim olursa olsun, özellikle de bu koşullarda, Charlie Hebdo’daki gazetecilerin, dininden çıkmakla suçlanan polis memuru Ahmed Merabet’in, ya da Coulibaly’nin rehin aldığı kaşer marketteki Yahudi müşterilerin öldürülmelerinin kabul edilemeyeceğini ifade etmek. Ama yine de, ulusal sözleşmenin sadece bir hiciv dergisine destekten ibaret kalmayıp başka bir zeminde tekrar inşa edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu önemli, ama asıl amaç bu değil. Ve şayet halkın bir bölümü bu çizilenlerden rencide oluyorsa, onların sözleşmeye katılması bu şekilde başarılamayacaktır. Dinleri eleştirme hakkımız vardır, ama ulusal sözleşme mevzuu başka şeydir. Laiklik sadece din adamı sınıfı karşıtlığı üzerine kurulmamıştır.


DEVAMINI OKUMAK ICIN.......

No comments:

Post a Comment